Türkiye’nin en politik ozanlarından biri olarak bilinen Neşet Ertaş’ın “kaynağı bozkır olmakla birlikte bunu aşıp, geleneksel müziğini dönüştürüp geliştirerek ve felsefi bir temele oturtarak bir kent ozan” olduğunu belirten Yunus Ülger’in Evrensel gazetesindeki “Neşet Ertaş’ın içini boşaltıp, ‘Bozkırın Tezenesi’ne indirmek” başlıklı yazısı şu şekilde:
“Neşet Ertaş, 13 yıl önce 25 Eylül 2012 günü 74 yaşında İzmir’de aramızdan ayrıldı. Her ölüm yıl dönümünde olduğu gibi birçok etkinlikle memleketi Kırşehir ve Türkiye’nin birçok yerinde ozan anılacak. Anma etkinlikleri ve sosyal medyada paylaşımlarda ortak niteleme, her yıl olduğu gibi yine ‘Bozkırın Tezenesi’ olacak. Kimin söylediği belli olmayan, çoğunlukla Yaşar Kemal’e mal edilen bu niteleme, ozanın üzerine iyice yapışmış bulunuyor. Bu niteleme, ozanın müziğini bir küçümseme içeriyor, dolayısıyla onun müziğini ve dünya görüşünü nitelemek için yanlış bir kavram. Bunun yanlış olduğunu ve hikayesini, ‘Neşet Ertaş – Kentin Tezenesi, (Anı Yayıncılık, 2021 Ankara)’ kitabımda anlattım. Merak edenler kitabı alıp okuyabilir.
Neşet Ertaş, ‘Bozkırın Tezenesi’ değildir, o, kentin tezenesidir, bir abdal olarak hor görülmeye karşı isyanın tezenesidir, gariplerin tezenesidir, hoşgörünün tezenesidir. Neset Ertaş, Tükiye’nin en politik ozanlarından biridir. Neşet Ertaş’ı, ‘Bozkırın Tezenesi’ olarak nitelemek, Neşet Ertaş’ın içini boşaltmak, onu bozkırdan gelip müziğiyle, sesiyle kendini kentlilere kabul ettirmiş bir sanatçıya indirmektir. O, kaynağı bozkır olmakla birlikte bunu aşıp, geleneksel müziğini dönüştürüp geliştirerek ve felsefi bir temele oturtarak bir kent ozanı olmuştur. Burada Zeki Müren, bağlamada Bayram Aracı ve başka sanatçılardan etkilenip kendi tarzını bulmuştur. Atalarından farkını anlamak için babası Muharrem Ertaş ile kendisini dinlemek yeter.
Kent ozanı nitelemesini kullanmamakla birlikte, Ertaş’ın bir kent ozanı olduğu tespitini 45 yıl kadar önce Usta Karikatürcü ve aydın Oğuz Aral yaptı. Bunu halk müziği uzmanlarının değil de bir karikatürcünün yapmış olması, “uzmanlar” açısından büyük bir talihsizlik. Aral, Halk Müziği Uzmanı Bayram Bilge Tokel ile söyleşisinde, Ertaş’ın kitle iletişim araçlarının ve kasetlerin yaygınlaşmasıyla atalarından farklı olarak çok sayıda sanatçıyı dinleme imkanı elde ettiğini, bunlardan etkilendiği gibi, kendisinin de yeni sesler geliştirdiğini belirtir. Aral, “Belki sözcükleri artiküle etmede diyelim Zeki Müren’den etkilenmiştir. Yani sözcükleri daha iyi tonlayarak, daha halkın anlayacağı, kulağının algılayacağı biçimde söylemiştir. Ya da sanki bir pop sanatçısı gibi türküleri alıp, Kırşehir tezenesi ile karıştırıp daha etkin, oynak, keyifli hale getirmiştir” diyor. Ertaş’ın ilk pop sanatçımız olduğunu, bunun için de bir anda kitleler tarafından fark edildiğini söylüyor.
TÜRKİYE’NİN EN POLİTİK OZANLARINDAN
Neşet Ertaş, bence Türkiye’nin en politik ozanlarından biridir. Onun bu yönü, ne yazık ki hep görmezden geliniyor. Gündelik siyasetin dışında durması, slogan türküler söylememiş olması, onun politik bir ozan olmasını engellemez. Neden politik bir ozan olmuştur ? Çocukluğundan hayatının son yıllarına kadar, bir abdal olarak dışlanmış, yoksul yaşam bir yaşam sürmüş, bu yüzden aşık olduğu hiç bir kızla evlenememiş, ekmek parası için daha çocuk yaşta babasının önünde köçeklik yapmıştır. Bir toplum düşünün ki, kadın niyetine erkek oynatıyor, küçük bir çocuğu köçek olarak oynatıp bunu seyretmekten zevk alıyor. Evet, bu koşullar Neşet Ertaş’ı çok politik bir ozan yapmıştır. Acılarını, özlemlerini, ruhsal sarsıntılarını türkülerde dile getirmiştir. Bir abdal olarak dışlanmasını, “Zengin isen ya bey derler, ya paşa / Fakir isen ya Abdal derler, ya çingen haşa” dizeleriyle ifade eder. Sevgisini yaşayamadığı için bir sevda ozanı da olmuştur. Onun aşkı, hayatta karşılığı olmayan soyut bir aşk değildir. Bir türküsünde, “Bir güzel kız gördüm tutmuş yolunu / Uzatmış gerdana eğri telini / Geçti gitti bilmem kimin gelini / Sorsam öldürürler, sormasan öldüm” dizeleriyle çaresizliğini dile getirir.
2000’li yılların başlarında Almanya’da evinde kitap amaçlı söyleşi yaptım kendisiyle. “Geçmişte imkanınız olsaydı, en çok ne yapmak isterdiniz?” sorusunu yöneltmiştim. “İmkanım olsaydı, ben ilk aşık olduğum kızla evlenirdim, verselerdi, ama bize vermediler. Vermezler, bize abdal derler, Bektaşi derler, şu derler, bu derler. Vermediler, ben de aldım başımı gittim” karşılığını vermişti. Bu yanıt beni çok şaşırtmıştı, ben müzik bağlamında bir yanıt bekliyordum. Demek ki o kadar eser, ün, onu mutlu etmemişti, hayali mutlu bir yuva kurmaktı, bu hayali içinde bir ukde olarak kalmıştı. Yalan Dünya türküsünde, “Garip bülbül gibi feryadım kaldı / Alamadım eyvah muradım kaldı, ben gidip ellere kalan dünyada” der. Garip mahlasını öylesine seçmedi, yeri yurdu olmayan bir garipti o.
O, HEP GURBETTEYDİ
Aldı başını çok genç yaşta Istanbul’a gitti, Ankara’ya gitti, sonra Almanya’ya gitti. Burada yıllarca unutuldu, eserleri tek kuruş telif ödenmeden söylendi. Geçimini sağlamak için her hafta yüzlerce kilometre yol katederek düğünlere gitti. Ozana destek olmak bir yana, “öldü” haberleriyle ekmeğiyle oynandı. Medyada yer almaya hiç merakı olmayan ozan, benden bir haber yapmamı istedi, ölmediğini kanıtlamak için. Elbette yaptım, haber o yıllarda çalıştığım Hürriyet’te yayımlandı, ozan yeniden düğünlere davet edildi.
KALAN MÜZİK SAYESİNDE MADDİ DURUMU İYİLEŞTİ
2000’li yılların başlarından itibaren Kalan Müzik’in sahibi Hasan Saltık sayesinde eserleri için telif almaya, biraz para kazanmaya başladı. Ömrünün sonuna kadar soldan sağdan hiç bir partinin, örgütün yörüngesine girmedi, devletin gölgesine girmedi, o kadar ki, ‘Devlet Sanatçısı’ ünvanını geri çevirdi. Türkiye’de kaç sanatçı vardır, ‘Devlet Sanatçısı’ ünvanını geri çeviren? Bu, Neşet Ertaş’ın en politik edimidir bence. Neşet Ertaş, bir yörüngeye girseydi, çok iyi bir hayat sürerdi, ama duruşundan taviz vermedi, yoksul kalma pahasına.
Neşet Ertaş’a hayattayken sahip çıkmak bir yana, ona kötülük yapanların, eserlerini yağmalayanların, “Kızın önünü bırakırsan, ya davulcuya ya zurnacıya varır” diyenlerin, ona çok büyük özür borcu var. Övgü dolu anmalar yerine, önce bu özür borcunun ödenmesi gerekir. Bu ‘Bozkırın Tezenesi’ teranesi de artık bırakılmalı. Onun müziğini basmakalıp bir nitelemeye indirmek yerine, dünya görüşünü, müziğini inceleyip açıklayan bilimsel çalışmalara ihtiyacımız var. Bu görev de halk bilimcilere düşüyor.”